Julia Kristeva à Istanbul 2010 - Articles dans la presse turque

Content on this page requires a newer version of Adobe Flash Player.

Get Adobe Flash player

 

JK

Lire l'article dans "K" »

JK

Lire l'article dans "Sicak nal" »

 

 

Radikal du 12 juin 2010 et Taraf du 18 juin 2010 (article de Nilüfer Kuyaş)

JK

cliquez pour agrandir

JK

 

Julia Kristeva: Özgürleştiren Tekillik

Biamag.org sitesinden HÜLYA DURUDOĞAN, Türk Psikanaliz Derneği'nin davetlisi olarak geçen hafta İstanbul'a gelen Bulgar asıllı psikanalist, yazar, felsefeci Julia Kristeva'nın düşünceleriyle ilgili izlenimlerini köşesine taşıdı.

20 Haziran 2010

Biamag.org sitesinden HÜLYA DURUDOĞAN, Türk Psikanaliz Derneği'nin davetlisi olarak geçen hafta İstanbul'a gelen Bulgar asıllı psikanalist, yazar, felsefeci Julia Kristeva'nın düşünceleriyle ilgili izlenimlerini köşesine taşıdı. Durudoğan'ın köşesine taşıdığı ayrıntılar ise şöyle:

Julia Kristeva: Bulgar asıllı psikanalist, yazar, felsefeci... Kristeva Türk Psikanaliz Derneği'nin davetlisi olarak geçen hafta geldiği İstanbul'da, başka etkinliklere katılmanın yanı sıra iki de konuşma yaptı. Geçtiğimiz cumartesi sabahı The Marmara Oteli'nin geniş bir salonunun büyük bir kısmı dolmuştu. Kendi deyimiyle taşımaktan mutlu olduğu ve fark edenlere teşekkür ettiği renklerde çok şık bir kıyafet vardı üzerinde: mavi, beyaz, kırmızı...

Kristeva'nın hayranlık uyandıracak düzeydeki enerjisini hiç düşürmeden yaptığı konuşmalardan öğleden öncekinin başlığı "Kadınsı Deha," öğleden sonrakinin başlığı "Depresyon: Sözün Yaşamı ve Ölüm"üydü. Bu yazıda, psikanalize karşı geliştirilen savları eleştirdiği ikinci konuşmanın değil ilk konuşmanın üzerinde duracağız.

 

Duns Scotus'un "Gerçek genel fikirlerde değil, tekildedir" düşüncesinden çok etkilenmiş olan Kristeva, feminizme dair görüşünü şöyle aktardı: "Tekilliğin üzerinde yoğunlaşmak suretiyle kitle feminizmi ile arama mesafe koyuyorum. Bazen beni özcülük ve farklılıkçılık ile suçluyorlar. Ben de onlara 'feminist,' özcü ya da farklılıkçı değilim; Scotusçuyum diyorum. Kimse anlamıyor tabi."

Topyekûn feminizm de bir yere kadar...

Kristeva konuşmasının bir noktasında 1960'ların ortalarından sonraki -kadın özgürlük hareketi dâhil -özgürlük hareketlerinde olumsuz sonuçlara götüren ortak bir tavır olduğundan bahsetti. Özgürlük hareketi olarak başlayan hareketlerin insanları tek tipleştirdiklerine dikkati çekerek bunun tekilliği ve hayatı reddetmek olduğunu ve kişilerin özgürlüğünü boğan bir hale dönüştüğünü anlattı. Kristeva içinde bulunduğunuz grubun totaliter amaçlarına tâbi olduğunuz ve onların dışına çıkamadığınız zaman özgürlükten geriye bir şey kalmadığını vurgulayarak bunun bir çeşit faşizme yol açtığını belirtti: "'bütün insanlar aynı,' 'bütün kadınlar aynı,' 'bütün eşcinseller aynı'" gibi anlayışlar, hem kamplaşmalara yol açmakta, hem de farkı reddetmekte ve bunlara bağlı olarak kötülük üretmektedir."

Kristeva ilk konuşmasının sonlarına doğru söylediklerini kendi kelimelerinden derlersek: "Kadınlara 'tekil tecrübeleri dinleyin' diyorum. Kendinizdeki tekliği dinleyin ve bunu paylaşın. Bu tekillik endişesini Beauvoir'da da sürekli olarak görüyoruz. Hep tek kadınlarından bahseder Beauvoir. Hep kişisel tecrübe söz konusudur... Kadınların sürdürmesi gereken iki mücadele var: Biri kitle hareketi ile haklar ve eşitliklerin savaşımını sürdürmek. Diğeri, kadın ve erkek bütün insanların tekilleşmesi ve özgürleşmesi için yaratıcılığı vurgulamakta ısrar etmek... Bütün kadınları özgürleştirmek lazım!"

Son olarak, bütün kadınları özgürleştirmek için en etkili ve gerekli yöntemin psikanaliz olduğunu sık sık tekrarladığını fark ediyoruz Kristeva'nın. Memleketimdeki kadınları düşününce "vay halimize!" demekten kendimi alamıyorum... (HD/EÜ)

____________________________________________________________________________

PANDORA'NIN KUTUSU 18.06.2010
Nilüfer Kuyaş
Julia Kristeva’yla bir gün

Yazıyı Paylaş:


Nilüfer Kuyaş köşe yazılarını web sitenize ekleyin
“Aşksız yazmak nasıl olamazsa, melankoli olmadan da hayal gücü olmuyor.”

Böyle diyor Julia Kristeva. Tamamen aynı fikirdeyim. Zaten o yüzden kalkıp gittim, İstanbul’da verdiği iki uzun konferansı dinlemeye.

Yukarıdaki alıntı Kara Güneş kitabından. Fransız şair Gerard de Nerval’in kullandığı bir mecaz bu kara güneş. Bazen melankoli, bazen depresyon dediğimiz insanlık halini güzel anlatıyor.

Bizler iyi tanırız kara güneşi, kültürümüz hayatın iki yüzü olduğunu derinden bilir, “Çok güldük, inşallah ağlamayız” denir halk arasında, çünkü neşe ve üzüntü aynı madalyonun, yani hayatın iki farklı yüzüdür sonuçta, bu herkesçe malumdur.

Hilmi Yavuz, kara sevda, kara safra da denilen bu hali, tasavvuftaki “nur-ı siyeh” tabiriyle yani kara ışıkla, Tanrı’ya ulaşma arzusuyla da ilişkilendirmişti. Psikanalist olan Kristeva’nın “anneden ayrılış” noktasından başlattığı insan hüznü, yani melankoli, aynı zamanda bir aşk ve ulaşma arzusudur. Kaybedilmiş ve özlenen bir mutluluğu yeniden bulma umudu ve bulamama korkusu.

Doğu ile Batı’nın bu alandaki işaretler dili farklı gibi görünse de, bence sonuçta birleşiyor. Melankoli, tarih boyunca yaratıcılığın vazgeçilmez ikizi olarak görülmüştür. Melankolik olmayan sanatçı yok gibidir neredeyse.

Melankoli, sanatçıda gördüğümüz “deha” denen kıvılcımın veya ışığın (“kara nur” budur sonuçta) diğer adı olsa gerek. Ama sadece sanatçıda değil, her insanda vardır bu kıvılcım. Julia Kristeva’nın İstanbul konferansının başlığı da “Kadınsı Deha” idi zaten.

Feminist bir psikanalist, felsefeci ve romancı olduğu için kadın dehasını öne çıkartıyordu belki, ama söylediklerinin çoğu kadın-erkek bütün insanlık için geçerli.

Zaten Kristeva da çok önemli bir şeye işaret etti bu iki konferansta: Kadın-erkek karşıtlığı yirminci yüzyılın sorunuydu, bugün artık geçerli değil dedi. Bugün geçerli olan paradigma, bireysel özgürlüktür, bireysel farklılıktır, bireyin çok boyutlu yani “poli-form”, çoğul kimlikli, çok daha iç zenginlik sahibi olmasıyla ilgilidir. Hedef bu, Kristeva’ya göre.

Nitekim, kadınsı dehayı da aynen öyle tanımladı.

Deha eskiden tanrıyla ilişkilendirilir, insanın taşıdığı tanrısal kıvılcım olarak tanımlanırdı; Kristeva bunu daha seküler yorumluyor, dehayı her insanı biricik yapan, benzersiz ve tek kılan bireysellik olarak tanımlıyor.

Ne var ki, bu biricik olma halini ancak başkalarıyla ilişkide tanıyabiliriz ve tamamına erdirebiliriz diyor. İnsan mutlak tekilliğin kara güneşinde yaşar, ama başka tekilliklerle ilişkiye girdiği ölçüde insandır –başkasının bakışı olmadan “ben” olamaz, insan kendini ancak ilişkide tamamlar.

Her insan için kendi tekilliğini tam yaşamak hedefidir özgürlük, Kristeva’ya göre. Modern dünyanın çeşitli güçleri bizi ne kadar kitlenin parçası olmaya, sıradanlaşmaya zorluyor ve araçsallaştırmaya çalışıyorsa, biz de o kadar tekilliğimizi korumaya ve geliştirmeye çalışmalıyız diyor.

Feminizmin kitlesel boyutu hâlâ önemli ama artık öncelikli değil Kristeva’ya göre. Önce oy hakkı, sonra eşitlik arayışı, ardından da farkları vurgulayan üç feminizm aşamasından sonra, şimdi tekillik ve bireysel olgunluk dediğimiz dördüncü dalga feminizm çağındayız. Üstelik bu sadece kadınlar için değil, bütün insanlığın hedefi olması gereken yeni bir hümanizm arayışı.

Biricik ve birey olmak kolay şey değil elbette. Donanım, disiplin, eğitim ve direnç gerektiriyor. Bizi biz yapan dehayı ya da kıvılcımı söndürmeye dönük baskılarla yaşıyoruz her birimiz; sevdiklerini kaybetmek, hastalık, yalnızlık, savaşlar, üzüntüler her daim eşikte. Kara güneşin coşkulu ve yaratıcı ışığını unutup, sadece umutsuzluk yanını görmek, çağın en büyük hastalığı depresyona yuvarlanmak işten bile değil.

Kristeva’ya göre o noktada psikanaliz her zamankinden daha gerekli insanlık için. Çünkü psikanaliz, insanın biricik olma halini aynı zamanda kendi hikâyesini anlatabilme, dillendirme, simgelerle anlamlandırma çabası olarak görür. Psikanaliz her şeyden önce bir kişisellik dilidir. Dil kazanmaktır. Sembol kullanmaktır.

Depresyon ise sembol kullanamaz hale gelmek, dil kaybetmek halidir, mutlak umutsuzluk karşısında dilin içi boşalır. Dilin ölümüdür depresyon. Psikanaliz bununla mücadele eder ve insana kendi anlatısını devam ettirme ve dili yeniden kazanma gücünü vermeye çabalar. Başkası ve ben ilişkisinin hâlâ yaşadığı, özgürlüğün hâlâ nefes aldığı önemli bir alan, belki de son alandır psikiyatr koltuğu.

Melankoli ve depresyon ikiz kardeşlerdir, ama melankolinin hâlâ bir dili vardır, depresyon ise dilsizleştirir insanı. Bireyin kendi dilini yeniden kazanmasını özgürlük ve yeni bir evrensel hümanizmin başlangıcı olarak görüyor Kristeva. Üstelik rölativist değil, kültürel farklar olsa bile temel insanlık değişmez diyor.

Kadınsı dehanın insanlığa katkısı ise, olsa olsa, yeniliğe yani doğuma, başlangıçlara olan sarsılmaz inancı. Gerçek özgürlük baskıya baş kaldırmak değil, yeni bir şey başlatmak, yeni söz söylemektir. “Kadınsı değer / kadınsı deha” dediğimiz şey bunu sunar insanlığa.

Kristeva Mevlana’yla buluşuyor bu noktada: Her şimdi, her daim, yeni şeyler söylemek zamanı.

s'abonner aux flux rss

 

Home